Postmodern Dandycilik

Pencerelerdeki iri taneli, cüretkar yağmurun sesiyle uyandığımda zihnimde sanki bir çıkış yolu arayarak dönüp duran o kelimeyi fark ediyorum: "Dandy"!

Baudelaire'in "Kötülük Çiçekleri"ni bitireli birkaç gün oldu olmadı, oradan içime sızan bu kelime çoktan zihnimin içini keşfetmiş ve şimdi kendisine adeta yeni kurbanlar aramak için düşüncelerimden kurduğum duvarlara çarpa çarpa benden kurtulmak istiyor. Onu yağmurun sesiyle birlikte zihnimde kıvrandıran sabırsızlığın kaynağı nedir? Uykunun o her türlü huzurun katıksız yaşandığı tepkisizliği mi, yoksa yağmurun pencerelerdeki telaşı mı? İnsan zihninin kuytularından ve nedenselliğin çıkmazlarından yakamı kurtarıp, günün ilk kahvesiyle pencere kenarındaki masamın başına oturuyorum. Düşünmem gereken başka bir şey kıskıvrak yakalıyor beni...

"Kötülük Çiçekleri"nden* zihnime süzülen "Dandy" mefhumu nedir ne değildir şöyle bir bakıyorum... Temiz bir belagat ve özenli bir giyim kuşamın eşlik ettiği umursamaz, soğukkanlı (cool) bir tutum... 18. yüzyılın sonları, 19. yüzyılın başlarında İngiltere'deki orta sınıfın aristokrasisine ve feodalitenin soylu sınıfına duyulan hasretin politik bir dışavurumu. İlk kez John C. Prevost'un "Le Dandyism En France" kitabında zikrediliyor ama tüm bunların yanında "Kötülük Çiçekleri"nin son bölümünde Baudelaire'nin kaleminden okuduğum kadarıyla metafiziksel yorumu dikkatimi çekiyor benim. Baudelaire'e göre "Dandy" sanılanın aksine yalnızca giyim kuşam konusunda aşırı bir üst baş bakımı, giyim kuşam düşkünlüğü değil, bu dış görünüşle birlikte iç dünyasındaki soyluluğu yansıtmanın romantizmi (syf: 176). Kökleri aristokrasiden beslenen bir romantizme dayanan bu mefhum yalnız bununla da sınırlı değil. Aynı zamanda yine Baudelaire'e göre: " ..... hepsi de insan onurundaki en iyi yanın, günümüz insanlarında seyrek mi seyrek görülen o savaşma ve kabalığı ortadan kaldırma gereksiniminin temsilcileridir. Kışkırtıcı sınıfın soğukluğu içinde bile yüksekten bakan tutumu ondandır işte dandylerin. Demokrasinin iyice yerleşip pekişmediği, aristokrasinin gerilediği, sallantıda olduğu geçiş çağlarında görülür dandycilik özellikle. O çağlardaki karışıklık içinde düşkünleşmiş, bıkkın, işsiz, ama doğuştan getirdikleri bir güçle zengin kimi kişiler, en değerli, en yok olmaz yetenekler üstüne, çalışmayla paranın sağlayamadığı en göksel değerler üstüne kurulduğu için yıkılıp gitmesi çok güç yeni bir aristokrası türünü yaşatmayı düşünebilirler" (syf: 177).

Aristokrasinin (günümüzde her ne kadar mümkün değilmiş gibi gözükse de) rüzgarı ne zaman üzerimizde dolaşmaya başlar? Eşitliğin her kulvarda büyük öz verilerle savunulduğu ve yorumlandığı ama aslında köklerinde müthiş bir eşitsizlik ilkesinin saklanmış olduğu fark edildiğinde mi? Yoksa demokrasilerin işlemez duruma geldiği, kültürün, sanatın köhneleştiği, amaçsızlığın kol gezdiği devirlerde mi? Fırsat eşitliğinin gitgide kaybolduğu o ekonomik belirsizliklerin baş döndürücü tufanında yarınlardan duyulan kaygıların buhranında mı yoksa? 

Bu suallerin diyarına girmeden size parolayı söyleyeyim: Postmodernizm, sosyal medya vasıtasıyla kendi dandylerini yarattı! Nasıl mı?

Fark etmemek elde değil, eşitlik hiç savunulmadığı kadar savunuluyor bu çağda. Birkaç cümle ve eşitsizliğin nesnesine karşı gösterilen "sözde öznel" tutumlar cesaret ve erdemle bir bir sıralanıyor. Herkes herkesin hakkını büyük bir cesaretle savunuyor misal olarak ve herkes aynı göğe bakmanın güzelliğinden bahsediyor. Görünürde erdemin ve insanlık onurunun müthiş bir tecellisi bu. Ama meselenin temelindeki hakikat öyle tuhaf ki... Yeri geliyor, zengin fakirin; yeri geliyor fakir zenginin eşitliğini (asla eşit koşullarda olmadan) savunmanın absürtlüğünü idrak etmiyor, edemiyor. Sadece sosyal medyanın belirli kaideleri ve kıstaslarına karşı sergilenen orta oyunundan ibaret her şey. Yine sosyal medyanın bir cilvesi, herkesin aynı fikri, farklı şekillerde söylemesi demokrasi olarak addediliyor ama farklı, belki de renklerin içinde nadide bir renk olan bir düşünce pek kolay biçimde çürütülebiliyor. Sanat ise sosyal medyada ardı arkası gelmeden bir bir türeyen romantik ve gelenekçi dergilerdeki / internet sitelerindeki "baba" ve "çay" üzerine yazılmış rustik metinlerden tutun; geniş ve konforlu salonlarda bir bulamaçtan ibaret renklere ve kimi zaman da taşı taş üstüne koymanın performe edilmiş aldatmacasına mahkum edilmiş halde... Okunan sayfalarca kitap, düşünülmeden sarf edilen cümleler, akımların içinde, hep aynı şekilde dönüp duruyor. Herkes bir yere ait olmak, bir düşünceye eklemlenmek için can atıyor ve kendisini dönüp duran göğün altında ayrıcalıklı görmenin ve ulaşılamamanın hazzını yaşıyor.  Hep düşünmüşümdür, vloglar neden çok izleniyor ve insanlar neden başkalarının gündelik yaşamlarına karşı büyük bir iştah duyuyor? Yahut giyim kuşam konusunda neden sosyal medyada her gün onlarca reels karşıma çıkıyor? Tüm bu tahliline giriştiğim şeyler aslında postmodern dandylerin yarattığı aristokratik bir sanal rüzgardan başka bir şey değil zannımca. Giyim kuşamdan, tüketilecek şeylere kadar başkalarının yani kendi aristokratik tavırlarını yaratmış olanların, o soğuk ve (tıpkı postmodernizmin gerektirdiği gibi) bin parçalı dünyası çevremizi sarmış durumda. 

Bu düşüncelerimin yanında Terry Eagleton'ın "Postmodernizmin Yanılsamaları"** adlı eserindeki şu tespitten bahsetmeden geçemem: "Postmodernizm, evrensel reçetelerle tıka basa doludur -melezlik arılığa, çoğulluk tekliğe, farklılık kendi kendiyle özdeşliğe tercih edilebilirdir- ama böyle bir evrenselciliği baskıcı bir Aydınlanma kalıntısı olarak reddeder. Herhangi bir epistemolojik anti-gerçeklik türünün yapacağı gibi, dünyayı olduğu haliyle betimlemenin olanaklılığını tutarlı biçimde yadsır ve yine aynı tutarlılıkla, yadsıdığı şeyi yaparken bulur kendisini. Aynı anda özgürlükçü hem de belirlenimci olan postmodernizm kısıtlanımlardan azat edilmiş, bir konumdan öbürüne hezeyanlar içinde süzülen bir insan özneyi düşler ve yine bununla eşanlı olarak öznenin yalnızca, kendisini tepeden tırnağa oluşturan güçlerin bir etkisi olduğunu savunur" (syf: 49).

Şimdi bakınca, evrensel reçetelerin büyük bir çılgınlık vehmiyle uçuştuğu sosyal medyada postmodernizmin temelini oluşturan anti-gerçeklik kavramının tahakkümünü görmemek mümkün değil. Dünyayı ve bireyi kendi olduğu haliyle göstermekten idealize edilmiş bir "imajinasyon" yardımıyla kurtulan sosyal medya, kendisini yine göstergenin duvarlarına çarpmış halde buluyor. Çünkü günümüzde yine postmodernizmin bir gereği olarak okumaktan ziyade izlemek daha sık tercih ediliyor. Bu izlencenin ise kendine dair bir işleyiş yöntemi ve her ne kadar özgür bir tavrı savunuyor gibi gözükse de, asla aşılamaz ve aşıldığı takdirde, onu aşan kişinin mutlaka bir bedel ödemek zorunda kalacağı (takibe layık bulunmamak, izlenmemek, görülmemek vb.) katı kuralları var. Bu katı kurallara riayet eden insan kendisini tepeden tırnağa görünür ve bilinir kılan gücün, yani sosyal medyanın bir ürünü oluyor artık. Postmodern bir dandy olarak aristokrat, soğuk, ulaşılmaz, ikon ama aynı zamanda yeri geldiğinde tavsiyeleri, anıları, verdiği dersleri ve tarzıyla sosyal medyada kendisini gören ve bilenlerin yani "takipçilerinin" yüreğine dokunacak kadar da romantik bir tavır alıyor. 

Son olarak...

Yine Eagleton'ın deyimiyle postmodernizm: ".....mebzul miktarda bir riyakarlık eşliğinde, Kant'a ilişkin bazı özgün iç görüler üretmiştir. Üsluba ve keyif almaya inanır ve genellikle bir bilgisayarda değil, bilgisayar tarafından düzenlenmiş olan metinleri çalkalayıp durur" (syf:49). Dediklerimin yanında sosyal medyada özellikle bir bilgisayarda değil, bilgisayar tarafından düzenlenmiş olan metinlerin ve oldukça şık, itina ile seçilmiş görsellerin çalkalanıp durması ve yine üslubun / tarzın yanında keyfin de bir hayli önemsenmesi postmodern bir dandyciliğe işaret etmiyor mu? 

Düşünelim.


Mayıs / 2024

Bursa





*Charles Baudelaire, Kötülük Çiçekleri, 2022, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
**Terry Eagleton, Postmodernizmin Yanılsamaları, 2021, Ayrıntı Yayınları.

Sık Ziyaret Edilenler

Higgs Bozonu ve Çocuk Sezgimizdeki Masumiyet

Şekilcilik, Kabuk ve Öz

NON FVI, FVI, NON SVM, NON CVRO.