Kayıtlar

Postmodern Dandycilik

Pencerelerdeki iri taneli, cüretkar yağmurun sesiyle uyandığımda zihnimde sanki bir çıkış yolu arayarak dönüp duran o kelimeyi fark ediyorum: " Dandy "! Baudelaire'in "Kötülük Çiçekleri"ni bitireli birkaç gün oldu olmadı, oradan içime sızan bu kelime çoktan zihnimin içini keşfetmiş ve şimdi kendisine adeta yeni kurbanlar aramak için düşüncelerimden kurduğum duvarlara çarpa çarpa benden kurtulmak istiyor. Onu yağmurun sesiyle birlikte zihnimde kıvrandıran sabırsızlığın kaynağı nedir? Uykunun o her türlü huzurun katıksız yaşandığı tepkisizliği mi, yoksa yağmurun pencerelerdeki telaşı mı? İnsan zihninin kuytularından ve nedenselliğin çıkmazlarından yakamı kurtarıp, günün ilk kahvesiyle pencere kenarındaki masamın başına oturuyorum. Düşünmem gereken başka bir şey kıskıvrak yakalıyor beni... "Kötülük Çiçekleri"nden* zihnime süzülen " Dandy " mefhumu nedir ne değildir şöyle bir bakıyorum... Temiz bir belagat ve özenli bir giyim kuşamın eşlik ettiği

Yağmursuz Baharlardı Onlar!

Resim
Selimcan Yelseli, 2020 Yeşile doymak mümkün bu mevsimde! Bahar... Ellerim çenemde, yağmurlu bir haftaya girdiğimizi hararetle haber veren TV'ye gözümün ucuyla baktıktan sonra, yeniden bahçemde büyüyen ve bütün bir yaz boyunca büyüyecek olan, yeşilin her tonunu kendisinde koca bir kış boyunca saklamış ve zamanı geldiğinde pervasızca ifşa etmiş ağaçlara bakıyorum. Evet, az önce TV'de de söylediği gibi yağmurlu bir haftaya girdiğimizi, dolgun ve karanlık bulutların ardından yalnızca mahcup bir aydınlık olarak görünen akşam güneşiyle anlıyorum. Nisan yağmurları gecikti... Bunu düşünürken, yeşilin her tonunun ancak sonunda bulunan, koyu, ancak tabutun başına serilen o kalın ve sırmalı örtüler kadar koyu bir yeşilliğe dalıp gidiyor gözlerim. Penceremin kenarında, bilmem kaç bahar önce kesilmiş bir ceviz ağacının toprakta bırakılmış köklerinden fışkıran, geniş ve diri yapraklar... Bu yapraklar, yağmur bulutlarıyla kararan bir akşamın içinde siyaha yakın, acı, çamurlu, zehir gibi bir s

D(i)p

Resim
Öykü 16 Şubat 199.... Bu satırları yazma sebebim, uzun zamandır içimde yuvalanan o karanlık fikrin, akşamlardan bir akşam evime dönerken gördüğüm bir manzarada tıpkı inkarı mümkün olmayan bir cürüm gibi vahşice üzerime atılması ve boşlukta salınan kıvrım kıvrım kollarıyla beni zapt etmesi aslında... Akşam vakti, dolgun bulutların göğsünden iplik iplik boşalan yağmur telaşı içinde, her zamanki adımlarımla yürüyor ve bu telaştan kurtulup bir an önce eve gitmek istiyordum. Seyyar satıcılar ve dilenciler insanların neredeyse yakasına yapışacak kadar cüretkâr; insanlarsa süratli adımlarla oradan oraya savrulmaya meyyal, yürümekteydiler. Az ileride iri yarı bir adam, elini kolunu sallayarak başka bir adama öfkeyle küfrediyor, arka arkaya dizilmiş ve trafik sıkışık olduğundan dolayı kıpırdayamayan otomobillerden hoyrat kornalar yükseliyordu. Kaldırımın caddeye yakın köşesinde, elindeki iplerin ve ona bağlı balonların çokluğundan satıcı olduğunu anladığım çocuk, trafikten dolayı ilerl

Higgs Bozonu ve Çocuk Sezgimizdeki Masumiyet

Resim
Selimcan Yelseli / Temmuz - 2020 / Uludağ Çocuk sezgimin beyaz yüzüme hediyesi masumiyet, sarı saçlarımın akşam güneşlerinde yüzdüğü o demler, yani büsbütün, eski bir sandıktan çıkarıp her gün tesellime özenle astığım çocukluğum… Bahçesindeki ihtiyar ceviz ağacının, sarı bir ikindi hüznünü gölge gölge böldüğü evimizin geniş salonunda, her saat başını ihtar ederek zamanı örmekteydi o eski duvar saati. Yusufçukların dolanık raksıydı uyuyup uyanışlarım. Sualler ise en yalnız, en dermansız anlarımı kollardı.  Pencereden karanlık bahçeye karışan akneli, genç yüzüm… Haftada iki sefer edebiyat, yalnız bir Cuma hoşluğu olarak da felsefe dersi heyecanlarım… Okul çıkışı kükürt kokulu otobüs bekleyişlerim. Bilgisayar ekranından izlediğim şartlı dizgeler, kodlar… Arada bir, başımı alıp da nereye gideceğimi bilmediğim kararsız gezilerin soğuk ve yalnızlık üzerine kurulmuş garip diyalektiği… Hiç unutmam, bir sabah yine böyle bir gezi için evden çıkmış, Bursa surlarına tırmanmış, şehre yukarıdan

Yaratıcı Yazarlık Atölyeleri Furyası

Hatırlıyorum da, ilkokulda kalem tutmayı öğreten öğretmenlerimiz ve o zamanlar kalem tutmanın maharetini henüz kavramaktan aciz minik, acemi ve titrek ellerimiz, ne büyük bir uğraşın manzarasını ortaya koyardı. Kalemin kağıda nasıl değmesi gerektiği hakkında uzun uğraşlar meyvelerini verdi elbet. Bu meyveler talebelik yıllarının her safhasında pek tabî işe de yaradı... İmtihan kağıtlarında, çalışılmamış bir dersin sorularına verilecek dolaylı cevaplardan, çizgili defterlere itinayla yazılan ödevlere sürüp gitti bu hak edilen kazancın yararı. Yazdık, çizdik. Notlar aldık, notlar verdik... Ama kalemin kağıda nasıl değmesi gerektiği öğretildikten sonra ne olması gerektiği, hudutları belli bir müfredat dışında pek söylenmedi. Ne olacağını, kalemin kağıda değdikten sonrasıyla ilgilenen, yani kalemini, bir ruh meselesi olarak kağıdın beyaz sathına değdirenler; kendi hisleri, kendi emekleri ve kendi cümleleri ile bizzat ve dolaysız tecrübe etti. Kalemi kağıda değdirdik ve bu büyülü buluşmada

Selimcan Yelseli

NON FVI, FVI, NON SVM, NON CVRO.