Kayıtlar

Felsefî Bir Düşünce Olarak İntihar Kavramının Sanata Yansıması: Henry Wallis’in “Chatterton’un Ölümü” Tablosu Örneği

Resim
  Roman Kahramanları dergisinin   2023 / Temmuz – Eylül   t arihli 55. sayısının   191-197. sayfalarında yayınlanmıştır. Henry Wallis, The Death of Chatterton, 1856, tuval üzerine yağlıboya, 62 x 93 cm. (Tate Britain, Londra) İnsanlık tarihi boyunca “ölüm” kavramı, insanlığın; dinî, sosyal, kültürel ve sanatsal faaliyetlerinde belirleyici bir rol oynamış, sosyal bilimler dâhilinde; felsefe, psikoloji, sosyoloji ve sanat tarihi gibi disiplinlerde sıkça irdelenmiştir. Sanat tarihi açısından, insanın yaratıcılık ve soyut idraki ile sıkı sıkıya bir ilişki içinde olan “ölüm” kavramı, estetik bir mesele olarak da birçok çalışmada ortaya konulmuştur. Sanat  ve yaratıcılık kavramları, insanın ölüm ile kurduğu ilişki ekseninde ortaya çıkmış ve sanat için “ölüm” kavramı önemini her daim muhafaza etmiştir. Günümüz dünyasında, özellikle modernite bağlamında, “ölü” ve “ölüm” kavramları tamamen dışlanmakta, ölüler şehir dışına, gündelik yaşam ve gözden uzak yer...

Cézanne ve Kış Üzerine Notlar

Resim
P.  Cézanne / The Big Trees / 1904 Her şeye rağmen tenimin yabani güneşlerdeki hararetiyle yaşamak isterim. Kara kış ile değil. Ben eskiden, çok ama çok eskiden kış mevsimlerinde, o zamanlar inanılmaz heybetli gelen saatlerin peşinden sürüklenir, bembeyaz gece yarıları içime doğan ilhamlarda bulurdum tüm yaşam kuvvetimi. Oysa ben maviliklere, yabani güneşlere, susuzluklara ve kuru topraklara aitmişim. Benim mayam, benim kimyam, benim eczam aydınlıkmış.  Nasıl döneceğim? Kara kışların akşamlarında, kaygı duymadan ellerim ceplerimde yürüdüğüm yollar, köşe başlarındaki hayaletler, ürperen gövdem, dilimde eski şarkılar, nasıl döneceğim?  Kışı reddediyorum. Diğer reddettiğim şeyler gibi. Kendimi de reddediyorum. Başka bir halin, bir yaz mevsiminin çocuğuyum ben. Tabiatın çocuğuyum. Toprak yollarda, güneşin nefesiyle parlak sırtları kurumuş kalmış yılan ölülerinin, iri kafalarıyla ağaç gövdelerinde soluklanan kaplumbağaların, ilk güneşle ötmeye başlayan serçelerin, nerede uçuşt...

Higgs Bozonu ve Yetişkinliğimizin Ahmaklığı

  “Soğuk, boğucu karanlık sonsuzluğa dek devam ediyordu ve biz yalnızdık. Hayatlarımızı  y aşıyoruz, çünkü yapacak daha iyi bir şeyimiz yok. Mantığı sonradan buluyoruz. V aroluş  r astgele. Bizim ona yeterince uzun bir süre baktıktan sonra gördüğümüzden ayrı bir deseni yok.  B izim yüklemeyi seçtiğimizden başka bir anlamı yok.”  Alan Moore - Watchmen Sihirli Kuantum Parçacığı Geçenlerde hayretle okuduğum yeni bir bilimsel gelişmeden aklımda kalanları sizlere de aktarmak isterim. Harvard Üniversitesi’ndeki bir çalışmaya göre Higgs bozonundan yayılan negatif enerji balonunun infilakıyla evren aniden yok olabilirmiş. Oysa daha önce “Parçacık Fiziği Standart Modeli”nde sürekli genişleyen evrenin yavaş yavaş ölebilme ihtimali ortaya konulmuştu. Ancak, Higgs bozonu kaynaklı bu yeni gelişme evrenin sonunun yavaş yavaş değil, takriben yüz otuz dokuz yıl içerisinde ani bir infilakla gerçekleşebileceğini söylüyor. 1970’lerden beri üzerinde çalışılan ve 2012 senesinde Büyü...

Eski Defterler: 2016 - 2020

Yazıp yazıp sildiğim ya da hiç acımadan yırtıp attığım şeylere yazıklanıyorum. Onları bir çırpıda geri getirip şimdiki gözlerimle okuyabilsem ya!  Yine de bir köşede, kalın kapaklı not defterlerimde kalanlar var, hatırlıyorum. Hafta sonunun öğlen sıkıntısıyla elim gidiveriyor onlara. Kimi zaman nedendir bilinmez, upuzun bir çizgi halini alacak kadar özensiz yazımdan neler seçiyorum neler...  İlk defteri açıyorum. 2016 ile 2020 yılları arasında yazdıklarım bunlar.  2016'nın on beş Haziran'ında şöyle yazmışım: " Uzaklardan şehrin sesi duyuluyor. Bir yerlerde, gökyüzünden boşalan bir uğultu gibidir aslında yaşamak. Öyle içten, öyle şiddetli lâkin beyhude. Şiddetli bir yağmurun telaşından yeni çıktık. Karanlık havalarda, kimsesiz odalarda kurduğumuz hayaller öylece kaldı yine.  Bir yerlerde alkışlar koptu.  B irileri, bir yerlerde hakiki bir yaşama kavuşmuş olmalı. Birileri bunu başarmış olmalı.  Ondan olmalı bu alkışlar...  Babam hastanedeydi.  Bir m...

Bir Romanın Başlangıcı

Aklıma her geldiğinde beni kendi içimde büyüttüğüm ıssız okyanusumdan, nostaljinin kurak kıyılarına çeken o günler... Takriben beş yıl evvel, kirlenmemiş dimağım ve henüz gerçeklerin demirden çarklarına kurban etmemiş olduğum incecik hislerimle o eski ilkokulun hemen yanından  kıvrılan yokuşu ağır adımlarla tırmanıyorum. Dilimde şimdilerde hangisi olduğunu çıkaramasam da bir şarkı var, eminim. Söyleyip duruyorum. O günlerde hayatın -daha şeffaf mı desem- bir başka hali tutuyor beni. Hüzünlü, loş, eskiye dönük ama asla eski değil. Bu hal ıtırlı bir efsun gibi göğsümün ortasında tütedursun, beni şimdilerde zehirli bir sarmaşık misali çepeçevre sarmış olan ve içinde teslimiyetle birlikte umursamazlığı da taşıyan bir fikrin ilk tohumu o zaman düşüyor içime: " Bir romanda gibiyim! " Ağır adımlarım da, şarkım da kayboluyor sonra... Bir zaman sonra bir dostumla hasbihal ederken mi konusu geçiyor, yoksa her gece gelip de mutantan bir vaziyette yerini alan kendi uyku öncesi muhasebele...

Kitâbe-i Seng-i Mezârım

Bi r zemân olsun bana seng-i mezârım tercemân, Ben yoruldum söylemekten tercemânım söylesin…   Muallim Nâci’nin bu beytine rastlayınca nasıl da boğazımda çözülmez düğümlerle, öylece kalmıştım? Henüz şakaklarıma ve sakallarıma ömrün nihai kışını haber veren beyazlar düşmemiş ve mütebessim çehreme hakikat ile karşılaşmaktan doğan o kesif ciddiyet çökmemişti. Meçhul bir zamandı anlayacağınız. Her ne kadar o meçhul zamanlarda ömrün nihai kışından bîhaber olsam da, mutlak sonumu hissederek, halime tercüman olacak bir kitâbe-i seng-i mezârım olmasını diler; kış mevsimlerinin karanlık sabahlarında, eski mabetlerin mermer taşlarında, şehrin güvercinlerle dolu meydanlarında, o meydanlardan geçip, odamın manzarasını teşkil ederek sivri dallarıyla bulutlara uzanan ağaçların kuru dallarında, zaman vâki olduğunda, bir solgun yaprak misali bırakılacağım yumuşak toprağın başında yükselecek o kutlu abidenin, garip hece taşımın üzerinde yazacak ibareyi arar, bulamazdım. Yanlış yerde mi arardı...

Postmodern Dandycilik

Pencerelerdeki iri taneli, cüretkar yağmurun sesiyle uyandığımda zihnimde sanki bir çıkış yolu arayarak dönüp duran o kelimeyi fark ediyorum: " Dandy "! Baudelaire'in "Kötülük Çiçekleri"ni bitireli birkaç gün oldu olmadı, oradan içime sızan bu kelime çoktan zihnimin içini keşfetmiş ve şimdi kendisine adeta yeni kurbanlar aramak için düşüncelerimden kurduğum duvarlara çarpa çarpa benden kurtulmak istiyor. Onu yağmurun sesiyle birlikte zihnimde kıvrandıran sabırsızlığın kaynağı nedir? Uykunun o her türlü huzurun katıksız yaşandığı tepkisizliği mi, yoksa yağmurun pencerelerdeki telaşı mı? İnsan zihninin kuytularından ve nedenselliğin çıkmazlarından yakamı kurtarıp, günün ilk kahvesiyle pencere kenarındaki masamın başına oturuyorum. Düşünmem gereken başka bir şey kıskıvrak yakalıyor beni... "Kötülük Çiçekleri"nden* zihnime süzülen " Dandy " mefhumu nedir ne değildir şöyle bir bakıyorum... Temiz bir belagat ve özenli bir giyim kuşamın eşlik ettiği...

Selimcan Yelseli

NON FVI, FVI, NON SVM, NON CVRO.