Postnihilizm ve Savaşlar

Kuzey karışalı birkaç yıl oldu da (Rusya - Ukrayna), güneyimiz ezelden karışıktı, yalan mı? Uzun uzun saymaya lüzum yok diye düşünüyorum, bu coğrafya ne yazık ki bu tür kötü gelişmelere daima gebe. 

Altı gece önce İsrail'in İran'ı vurmasıyla tırmanan gerginlik, saat saat hiç bir şey kaybetmeden, hatta gittikçe daha da şiddetlenerek sürüyor. Diplomasi trafiği bir yandan, siviller için duyulan kaygı bir yandan, alevden dilleri Mezopotamya'yı saran bir yangın, harlandıkça harlanıyor. 

Bendeniz savaşlara hep hayret etmişimdir. Nasıl mı? Elbette savaşlar pek de sıradan şeyler değillerdir ama öldürme güdüsünün had safhaya ulaştığı bu insan elinden çıkma cehennemlerin kaynağı nedir? Savaşları kimler, nasıl icat etmişlerdir? 

İnsan, en vahim olaylara çocuksu bir merakla yaklaştığında, o vahim olayların kökenine daha sağlıklı bakabiliyor gibi geliyor bana. Savaşın icadına dair sorduğum sualleri de bu minvalde ele alıyorum. Bu suallerin cevaplarını bir türlü veremesem de, savaşlara hayretimi diri tutuyor benim. 

Artık savaşlara bizzat şahit olduğunda onu seyretmeye hatta kayıt altına almaya meylediyor insanlık. Tıpkı benim gibi savaşlara hayret ettiği için mi? Bu meseleyi başka türlü irdeleyelim isterim. 

Kuzey'den başladık, ilk misal ordan olsun. Dikkatinizi çekti mi, Rusya - Ukrayna savaşı patlak verdikten hemen sonra cephe savaşlarından çekilmiş görüntüler birbiri ardınca, süratle basına servis edilmeye başlandı. Hala da ara sıra rastlıyoruz yeni görüntülere. Savaşın içinden ilginç bir sekans, mesela kendisine düşman droneu yaklaşırken kayıtsız kalıp sigarasını içmeye devam eden bir asker, ya da iki askerin cephede girdiği cinsel ilişki sık sık çıkıyor önümüze. Önümüze çıkmakla kalmıyor, savaşın yeni ve absürt bir tarafı olarak paylaşım rekorları kırıyor. İnsanoğlu siperlerde ölümle birlikte yaşamın da dolaştığını keşfediyor böylece. Sebebi mi? En hayatî meseleleri, en dehşetli anları bile kayıt altına alacak kadar gelişmiş ve güçlenmiş teknoloji. 

Ya İsrail'in yıllardır Filistin'de uyguladığı soykırımın, insanlık adına utanç verici ve sefil bir tutum olduğunu bilmemize ve bundan fert fert kendi adımıza utanmamıza rağmen, kayıt altına alınmış vahşeti tepkilerle süslenmiş bir acıma duygusuyla oradan oraya paylaşmamıza ne demeli? 

Cereyan eden son olaylarda da ilginç bir şey var. Başına füzeler yağarken, evinin çatısına çıkıp da düşen füzeleri kayıt altına almaya ve paylaşmaya çalışan insanlar dikkatimi çekiyor. Şaşırıyor, ben olsam ne yapardım diye sormadan edemiyorum. Dürüst olmak gerekirse, ben de bu dehşeti kayıt almazdım diyemiyorum. Hayretimin bir başka veçhesi mi bu? Belki. 

Döndüm dolaştım hayret etmeye geldim yine. Hayret etmenin son raddesi, hayret ettiğimiz vakayı her şeyden vazgeçmiş bir halde, tüm tehlikeyi göze alarak, -hatta ölmek pahasına- ölümsüzleştirmek mi? Başa gelen bu vahim olaylara karşı büyük bir buhran içinde bulunan insanlığın -Shane Weller'e göre  "postnihilizm, nihilizmin gerçeğe uygun bir şekilde “gerçek yoktur diyemediği"* fikriyle ilişkili olduğunu da göz önünde bulundurursak- postnihilizminin bir tezahürü mü yoksa? 

Bu dediklerim teşrih masasında kalsın, biz Terry Eagleton'ın cümleleriyle ona bir neşter vuralım mı? Ne dersiniz? 

Bakın Eagleton "Postmodernizmin Yanılsamaları" eserinde ne diyor: "Bugünlerde gerçek olan irrasyonel, rasyonel olansa gerçekdışı gibi görünüyor."

Savaşa duyduğum hayret dedim. Bu, savaşı, yalnızca mazideki hayaletlerin pelerinlerindeki kıpırtılarda, tarihin sararmış sayfalarında görme yanılgımın -ya da arzumun- bir göstergesi değil mi? İrrasyonel olanın yalnızca geçmiş deneyimlerle şekillendiğini kabul etmez miyiz? O halde savaşın, artık bizim için gündelik hayata zerk edilmeye çalışılan ve toplumların disipliner akıbeti için eksikliğinden korkulan bir tür siyasî ve askeri gereksinim olduğunu  görmek gerekiyor. Bu meselede rasyonel olanı gerçekdışı kılan şey ise ölümü medikalleştiren, yani onu gündelik hayattan soyutlayıp da ancak savaşlara ve salgınlara hapseden popüler kültür değil mi? 

Baudrillard'ın "Simülakrlar ve Simülasyon" adlı eserindeki tespitlerini bugüne uyarlayarak okuyalım şimdi. Ne diyordu Baudrillard: 

"Birey televizyonda sudan iç savaşını, -son gelişmelere göre İran - İsrail çatışmasını- herhangi bir tuvalet kağıdı reklamıyla aynı duyarsızlıkla izlemektedir. Televizyonu kapattıktan sonra -sosyal medyadaki akışı, bombalar düşerken akıllı telefonlarla kayıt altına alınan dehşeti takip ettikten sonra- Sudan'daki iç savaş -İsrail - İran çatışması, ya da Gazze'deki katliam, ya da Rusya Ukrayna savaşı- devam etse bile onun için bitmiştir. İşte bireyin yaşadığı bu evren simülasyon evrenidir. Her şey görüntülerden ibarettir ve cansızdır."

Aşina olduğumuz her şeye bir süre sonra kayıtsızlaşacağımız gerçeği bir yana, bir de dünyanın kabuğu değişmeye başlarken yaşanan sancılı kırılmaların doğurduğu sosyo-ekonomik soru işaretleri toplumları kayıtsız kılıyor. Buhranların savaşlar doğurduğu çağlardan, zorla çıkarılan savaşların halihazırdaki buhranları kanalize etmeye çalıştığı bir çağa ulaştık artık. Doruk noktasına ulaşan postnihilizm, kayıt altına alınan savaşlar ve çetelesi tutulan klinik ölümlerle toplumlardaki esas mihrak noktasını bir türlü tahrik edemiyor. Gazze'de yaşanan vahşet yalnızca kınanmakla kalıyor, insanlığı bir türlü harekete geçiremiyor misal olarak. Dünya genelinde demokratik her hareket sönümleniyor. Siyaset kürsülerde yeni bir söylem üretmekten aciz, kendi ezelî terminolojisinin peşinde kıvranıp duruyor. Artık teknolojinin yardımıyla her an, her şey kayıt altına alınmak suretiyle yalnızca seyrediliyor. 

Çünkü savaş, toplumlara servis edilen "mahrem" görüntülerle mekanik olmaktan çıkıyor, Rusya - Ukrayna savaşında sık sık rastladığımız şekilde, tıpkı bizim gibi hazları ve zaafları olan insanlara atfediliyor. Ölüm artık mezarlıkların şehirlerin dışına yapılması gibi bizden uzak kılınmaya çalışılırken, Gazze'de en vahim manzaralarla rastlıyoruz ona. Bilimin insan ömrünü uzatmaya yönelik ironik çalışmalarına karşı, bir çocuğun daha öldüğünü duyuyoruz ansızın. Dengeli beslenmeye dikkat ederken, açlıktan ölen insanlara dair yazılan iki satır haberi sosyal medyada beğeniyor ve ibret olması için paylaşıyoruz. Şehirlerin semalarında birbiri ardınca patlayan füzeler karanlık geceleri aydınlatırken, kameraları gittikçe profesyonelleşen telefonlar ile kayıt altına alınan bu görüntüleri, sanki bir havai fişek gösterisi gibi heyecanla izliyoruz. 

Üstelik gidişat böyleyken ne siyaset, ne teknoloji, ne de gelecek avutuyor bizi. 

Gerçeğin, gerçeğe uygun bir şekilde inkarının mümkün olmadığını söyleyen postnihilizm dünyanın mevcut haliyle içimizde böyle yuvalanmışken; ölümün hem bu denli uzak, hem de bir nefes kadar yakın olduğu bir çağda, artık hiç bir şey bizi avutacak gibi de durmuyor üstelik. 


Haziran / 2025

Bursa




*Basmacı, P. (2020). NİETZSCHECİ NİHİLİZMİN POSTMODERN SÜREÇTEKİ DÖNÜŞÜMÜ. Düzce Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 10(1), 149-159. / Weller, S. (2011). “Modernism and Nihilism”, New York: Palgrave Macmillan.


Sık Ziyaret Edilenler

Higgs Bozonu ve Çocuk Sezgimizdeki Masumiyet

Şekilcilik, Kabuk ve Öz

NON FVI, FVI, NON SVM, NON CVRO.