Şekilcilik, Kabuk ve Öz

Sanıyorum toplumsal yapımıza ait en esaslı tespitlerden birini "Ulusal Kültür Savaşı" adlı eserinde Attilâ İlhan yapmıştır: ".... bizim 'ilericimiz' de, muhafazakârımız da şekilcidir; değerlendirmeyi metoda göre yapmaz, tavra göre yapar..."*

Bu tespiti bir misale kavuşturmadan ve kimi zaman kendimizin de düştüğü yanlışı farkındalığımızın derinliklerinden çıkarmadan önce kavramları bizzat İlhan'ın eserinde kullandığı gibi hiç değiştirmeden kullanacağımı söylemek isterim. Şüphesiz İlhan da bu kavramları seçerken, bu kavramların ihtiva ettiği başka kavramların farkındaydı. Meselenin özü, "ilerici" ve "muhafazakâr" kavramlarının yalnızca kendi hüviyetlerinde değil, bize hatırlattıklarında gizliydi aslında.

Toplum içinde gündelik yaşamda -hala bir ideoloji kavramından söz edebilirsek eğer- ideolojik kutbu ne olursa olsun tavrı, düşüncesi yahut kılık kıyafeti biraz alıştığımızın dışında birine rastgelsek onu incelemekten ve hatta tenkit etmekten gizli bir haz duyarız. Hepimize malumdur bu. Beri durmayız, kendimizi sakınmayız. Yaftalarımız da hazırdır üstelik. Bu yaftalardan en meşhur olanı ve sıkça rağbet edileni ise "marjinal"dir. Bizden farklı olana şöyle bir bakar ve dudaklarımızı büzerek marjinal yaftasını yapıştırıveririz. Farklı olana, zamana ve mekana alışılmışın dışında kendi benliğiyle bir şey katana karşı duyduğumuz gizli arzu ve sıradanlık içinde kendi kuyruğumuzu münbit bir inayet umarak kovalamamızın tek doğru tutum olduğuna dair duyduğumuz kat'i inanç, aslında bir yanıyla mimesisin, yani arzumuzun bir sonucu olduğu aklımızın ucundan bile geçmez. Tıpkı marjinalliğe karşı kendi normalimizi tek doğru olarak savunmanın "şekilciliği unutturan şekilciliği" gibi bir avuntudur, sürüp gider. 

Oysa toplumda kıvranıp duran çetin bir çelişkidir bu, izahı da kolay kolay dile gelmez. Nasıl mı? Özellikle son yıllarda gençleri taklit usulü saran ateizm furyası gibi... "Marjinal" bir diğer marjinali, bir "normal" de diğer bir normali model alıp, taklit ederek kendisini var eder.

Bu meseleyi anlamak için Bengül Güngörmez'in "Eric Voegelin: İnsanlık Draması / Din ve Politika İlişkileri" adlı eserindeki şu satırlara hep beraber bir göz atalım: "....... biz özerk, diğerlerinden bağımsız bir şekilde arzulamayız. Toplum içinde arzularız. Kamusal alan içinde arzularız. Başkalarına göre arzularız. Diğerlerinin tercihleri arzumuza istikamet verir, onu yönlendirir. Bir modele göre arzularız. Hazır fikirlerin ve modellerin, mimesis sürecinde arzulayacağımız şeyi özerk olarak, hür bir şekilde tercih etmeyiz; modelleri ve örnekleri izleriz. Bizi arzulamamız gereken şeye model götürür. O modele sahip olmak yahut o, model gibi olmak için o modelin yaptığını yapmamız, giydiğini giymemiz, tükettiğini tüketmemiz gerekir."**

Kavramlara geri dönersek eğer ilerici, muhafazakârın tutumunu yadırgar elbet, tasnif de eder; muhafazakâr da geri kalmaz, ilericinin belli başlı hususiyetlerini hemen kendi hayat görüşünün doğruluğuyla kıyaslar. Bu iki cenah birbirini amansız bir kıyas mücadelesiyle insanlık tarihi kadar eski bir kazanın içinde kaynatıp durur. Kimi zaman bu iki cenah birbirine yakınlaşır, birbirini müteessir kılar, kimi zaman ise aralarında uyanan mesafenin haddi hududu yoktur. Zamanın şartlarına göre bu devinim sürer gider. Bu mücadelede galibin bulunmadığı gibi mağlup olan da bulunmaz... Üstelik bazen ilerici muhafazakâr addedilir, muhafazakâr ise ilerici. Bir diğer deyişle, bu kavramları birbirinden ayırmak ilk tahlilde basit bir iş gibi gözükse de, şahsi düşünceler mevzubahis olduğunda son tahlilde onların birbirinden ayrı düşünülemeyeceği anlaşılır.

İçinde bulunduğumuz yüzyılda ise ilerici ve muhafazakâr arasında süren bu "ilişki", büsbütün şekilciliğin hüküm sürdüğü şehir meydanlarına taşınmıştır!

Yeri gelmişken söylemeli, son günlerde yaklaşan seçim ikliminden midir nedir bilinmez, karşıt görüşlerin gittikçe sivrilen uçlarında kümeleniyor, tarafımızı belli etmeye, üstelik onu sağlam temeller üzerine oturtmaya çalışıyoruz. Şekilcilik ise hemen geliyor ve hüküm sürdüğü şehir meydanlarında kendisine ayrılan baş köşeye kuruluyor. 

Gençlerden ihtiyarlara, ilericilerden, muhafazakârlara herkes; en başta şeklen, -birbirleriyle muhatap olmaktan kaçınamazlar ise bir zaruret olarak da fikren- kendisinden olmayanı yargılıyor, yadırgıyor.

Oysa mesele, günümüzün popüler siyasi söylemleri arasında taraf tutmak için belli başlı kalıplar gereğince davranmayı haklı kılacak kadar basit değil.

Kendi çevreme konusu açıldığında söylemekten çekinmem, günümüz muhafazakârları bu toprakların fikir dünyasını mayalayan abdalları, dervişleri, babaları, erenleri günümüz gözüyle bir görselerdi, onların hiç de muhafazakâr görünmeyen kılıkları ve tavırları karşısında ne yaparlardı acaba? 

Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı İmparatorluğu'nda Marjinal Sûfilik Kalenderîler, (XIV-XVII. Yüzyıllar), TTK, 1999.

Günümüz ilericileri, çok değil, yüz sene önceki muhafazakârlar ile karşılaşsalar, onların tutumları karşısında ne hissederlerdi? Günümüz gençleri, yüz sene önceki ihtiyarların yenilik için yanıp tutuştuğunu, günümüz ihtiyarları ise yüz yıl önceki gençlerin tutuculuğunu görseler ne düşünürlerdi? 

Elbette genelleme yapmak sıhhatli bir tutum değil, kabul ediyorum... Ama tetkik etme imkanı olsa, söylediklerimin bir eksik bir fazla olsa da hemen hemen dediğim gibi olduğu görülür ve birbirlerini bir misal hükmü ile bağladığım şu tahminlerimin arasında bir uçurum bulunmadığını anlamak daha kolay olurdu.

Günümüzde şekilcilik devasız bir hastalık mı? Bu konuda kesin bir şey söylemek mümkün değil. 

Yalnız hatırlatmakta fayda var, bir zamanlar şahane aynaların alınlık kısımlarını, insanı görünen kabuktan, görünmeyen öze çeken şu müthiş vecize süslerdi: "Sûrete etme nazar sîrete bak."

Şimdi biz, gürül gürül akan şehirlerin meydanlarında, birbirimizi yadırgama yarışının, ideolojik çıkmazların, propagandaların, vaatlerin ve vaazların beyin patlatan curcunasının sürati içindeyken; özü, kalbi ve ruhu hatırlayacağımız bu vecizeyi başımızı her kaldırdığımızda görmek üzere, içleri renksiz ve solgun, nice manzaralarla birlikte bizleri de yansıtan cepheleri ise pırıl pırıl ve aydınlık olan o devasa gökdelenlere mi assak?

Belki fani olan şu dünyada, popüler mücadelelerin, hırsların, yadırgamaların ve sîretten ziyade sûrete edilen nazarların topyekûn beyhude olduğunu böyle idrak edebiliriz.

Nisan / 2023

Bursa

*Attilâ İlhan, Ulusal Kültür Savaşı, Özgür Yayın Dağıtım, 1986, syf, 125.

**Bengül Güngörmez, Eric Voegelin: İnsanlık Draması / Din ve Politika İlişkileri, Paradigma Yayıncılık, 2011, syf, 291.

Sık Ziyaret Edilenler

Higgs Bozonu ve Çocuk Sezgimizdeki Masumiyet

NON FVI, FVI, NON SVM, NON CVRO.