Eski Defterler: 2016 - 2020

Yazıp yazıp sildiğim ya da hiç acımadan yırtıp attığım şeylere yazıklanıyorum. Onları bir çırpıda geri getirip şimdiki gözlerimle okuyabilsem ya! 

Yine de bir köşede, kalın kapaklı not defterlerimde kalanlar var, hatırlıyorum. Hafta sonunun öğlen sıkıntısıyla elim gidiveriyor onlara. Kimi zaman nedendir bilinmez, upuzun bir çizgi halini alacak kadar özensiz yazımdan neler seçiyorum neler... 

İlk defteri açıyorum. 2016 ile 2020 yılları arasında yazdıklarım bunlar. 

2016'nın on beş Haziran'ında şöyle yazmışım:


"Uzaklardan şehrin sesi duyuluyor. Bir yerlerde, gökyüzünden boşalan bir uğultu gibidir aslında yaşamak. Öyle içten, öyle şiddetli lâkin beyhude. Şiddetli bir yağmurun telaşından yeni çıktık. Karanlık havalarda, kimsesiz odalarda kurduğumuz hayaller öylece kaldı yine. 

Bir yerlerde alkışlar koptu. 

Birileri, bir yerlerde hakiki bir yaşama kavuşmuş olmalı. Birileri bunu başarmış olmalı. 

Ondan olmalı bu alkışlar... 

Babam hastanedeydi. 

Bir merhamet duygusuyla ürperememenin, içime dönememenin verdiği suçluluk duygusuyla sustum. Tepkisizdim. 

Dili yormuyorum. Ağır bir şarkı dönüp duruyor içimde.

Günlerce sürecek bir hezeyanın habercisi gibi üzerime saçılan bakışların tesirinden kurtulabilmek! 

Öylesine hiç olmakla doluyum ki, avuçlarımdan kainat akıyor ve ben öylece izliyorum. "


Sayfa sayfa ilerliyorum. Günler, aylar bir bir geçiyor. Yine 2016'da, ama bu kez Eylül ayındayım şimdi. Eylül'ün ikisiymiş. Nedense bu satırları yazdığım anı büsbütün hatırlıyorum:


"Annem gökyüzüne resimler çizerdi. Uyanmayı tanırdım o sabahlarda. Göz kapaklarıma yuvalanan karanlık siliniverirdi... Şimdi her seferinde içimde buruk hislerle doğrulduğum sabahlar yerine; sarı saçlı, çekingen ve mahzun çocuğun sabahlarına uyanmak isterdim. Geçmiş olan tüm günleri, yaşanmışlıkları, acı tatlı tüm hatıraları hiç acımadan, tereddüt etmeden silerek, bir saâdet şarkısını söylercesine; az sonra annemin çayı demleyeceği, yaz güneşinin tüm parıltısıyla pencerelerden içeriye dolacağı ve annemin sesinin evimizde genç işitileceği sabahlara."


Dokuz Ekim'deyim şimdi. Hayret! Yazım dokuz Ekim'de defterin tamamındaki yazıma nispeten amma okunaklı, inci gibi derler ya öyle:


"Telaşlı kalabalıklar arasında tükenişlerimizin farkında olmadan yaşamak denen bir savaşı (o savaştan habersiz bir halde) veriyoruz. 

İçimizde caddeler boyu dilimizden bir türlü düşmeyen, düşemeyen kelimeler var. İçimizin kuytularıyla alakalı şeyler. Onlar birer zaaf ve bizde hüküm sürüyor. Onlarla yüceliyor, onlarla batıyoruz. 

Birisi "Mutlak doğru yoktur" dedi bana. Aklıma doğrunun bir "doğuru", bir "yaratım" ile ilgili olabilme ihtimali geldi.

Mutlak doğru olarak addedilen sey, doğan şeyin yararı ile; mutlak yanlış olarak addedilen sey ise neyle, nasıl yanıldığımız ile ilintili olabilir mi?  Tecrübe böyle kazanılıyordur belki de. 

Yargılara daima "mutlak" İle "müphem" arasında mevcut olan göreceli tahliller ile bakılmalı."


Sayfaları çevire çevire 2017'ye geliyorum. Ocak ayının dokuzunda manzaramdaki kar beyazına inat mıdır bilmem, simsiyah mürekkepli bir kalemle şöyle yazmışım:


"Kar ürpertisi. Keskin bir soğuk. Zamanın daimi sürekliliği ve geçici olan her şeye rağmen kendimi ve varlığımı idrak etmenin katlanılmaz çabası. 

Bu soğuk kar günlerinde içimde bir çocuk ağlıyor."


Yine Ocak. Bu kez sekiz gün sonra, ayın on yedisindeyim:


"Biz hastane odasından çıkarken ardımızdan " Ben gençliğimde dolaşamadım annenle, şimdi beraber dolaşın oğlum" dedi babam. 

Bir hüzün anında göğsümüze oturan o kalın duygu. 

Göğüs hastanesinin yoğun bakımı ve ev... 

Bende tüm gücümle sarılmak istediğim ama her seferinde gözlerimin halı desenlerinde mıhlı kalmak zorunda olduğu bir mecburiyet hissi olarak kalacak babam. Varsın olsun. "


2018 yılındayım şimdi. 2018, iki Mart. Bu yılda yazdıklarım arasında dikkatimi çeken bir soru yalnızca:


"Bir cümle yazmaya meylettiğimde canımdan can gidiyorsa, 

Tanrı bu alemin kaderini yazarken acı çekmemiş mıdır?"


Sayfa sayfa 2019'un altı Mart'ına geliyorum:


"Gençlik budalalığı içinde sıradan olmamak ve sıradan yaşamamak için giyilen ateşten gömlekler. Bir yere kadar her şey bundan ibaret. Bir yerden sonra ise artık her ateş sönmüştür ve elimizde kendimizden başka hiç kimseyi ilgilendirmeyen bir yaşam kalmıştır."


Ve 2020'nin ilk günü. Aralık'ın Ocak olduğu ilk saatler, gece yarısından sonra yazmışım bunları da, kısacık:


"Ne uyumlu bir son fikridir şimdi kalabalıklar ortasında aldandığımı anlayıp, acının bir tebessüme döndüğü yüzümle sokak sokak dolaşmak."


Sanki geçmişi uyandırmaktan korkarak usulca kapatiyorum bu defteri.  2020 - 2022 yıllarına ait diğer defter ise kalın kapağıyla hemen önümde duruyor. Açıp göz atmaya cesaret edemiyorum, elim uzanmıyor. 

Başka bir öğlen sıkıntısında okurum belki. Neden olmasın? 

Not: Bir müddet sonra dayanamadım, elim diğer (2020 - 2022 yıllarına ait) defterime de gitti. Oturduğum yerde okumaya başladım. Takriben bir saat okudum hatta. İçinde sancılarla yüklü serzenişlerimden başka bir şey bulamadım. Bir acıyı ya da mukavemet gerektiren bir şeyi hafifletmek için tıpkı bir nefes gibi usul usul değil de, bir rüzgar gibi arsız ve cesur yazdığım şeyler pek de mühim şeyler değil zannımca. 

"Quod Erat Demonstrandum" anlayacağınız. 


Eylül / 2024
Bursa

Sık Ziyaret Edilenler

Higgs Bozonu ve Çocuk Sezgimizdeki Masumiyet

Şekilcilik, Kabuk ve Öz

NON FVI, FVI, NON SVM, NON CVRO.