Kayıtlar

D(İ)P

Resim
16 Şubat 199.... Bu satırları yazma sebebim, uzun zamandır içimde yuvalanan o karanlık fikrin, akşamlardan bir akşam evime dönerken gördüğüm bir manzarada tıpkı inkarı mümkün olmayan bir cürüm gibi vahşice üzerime atılması ve boşlukta salınan kıvrım kıvrım kollarıyla beni zapt etmesi aslında... Akşam vakti, dolgun bulutların göğsünden iplik iplik boşalan yağmur telaşı içinde, her zamanki adımlarımla yürüyor ve bu telaştan kurtulup bir an önce eve gitmek istiyordum. Seyyar satıcılar ve dilenciler insanların neredeyse yakasına yapışacak kadar cüretkâr; insanlarsa süratli adımlarla oradan oraya savrulmaya meyyal, yürümekteydiler. Az ileride iri yarı bir adam, elini kolunu sallayarak başka bir adama öfkeyle küfrediyor, arka arkaya dizilmiş ve trafik sıkışık olduğundan dolayı kıpırdayamayan otomobillerden hoyrat kornalar yükseliyordu. Kaldırımın caddeye yakın köşesinde, elindeki iplerin ve ona bağlı balonların çokluğundan satıcı olduğunu anladığım çocuk, trafikten dolayı ilerleyeme

Higgs Bozonu ve Çocuk Sezgimizdeki Masumiyet

Resim
Selimcan Yelseli / Temmuz - 2020 / Uludağ Çocuk sezgimin beyaz yüzüme hediyesi masumiyet, sarı saçlarımın akşam güneşlerinde yüzdüğü o demler, yani büsbütün, eski bir sandıktan çıkarıp her gün tesellime özenle astığım çocukluğum… Bahçesindeki ihtiyar ceviz ağacının, sarı bir ikindi hüznünü gölge gölge böldüğü evimizin geniş salonunda, her saat başını ihtar ederek zamanı örmekteydi o eski duvar saati. Yusufçukların dolanık raksıydı uyuyup uyanışlarım. Sualler ise en yalnız, en dermansız anlarımı kollardı.  Pencereden karanlık bahçeye karışan akneli, genç yüzüm… Haftada iki sefer edebiyat, yalnız bir Cuma hoşluğu olarak da felsefe dersi heyecanlarım… Okul çıkışı kükürt kokulu otobüs bekleyişlerim. Bilgisayar ekranından izlediğim şartlı dizgeler, kodlar… Arada bir, başımı alıp da nereye gideceğimi bilmediğim kararsız gezilerin soğuk ve yalnızlık üzerine kurulmuş garip diyalektiği… Hiç unutmam, bir sabah yine böyle bir gezi için evden çıkmış, Bursa surlarına tırmanmış, şehre yukarıdan

Yaratıcı Yazarlık Atölyeleri Furyası

Hatırlıyorum da, ilkokulda kalem tutmayı öğreten öğretmenlerimiz ve o zamanlar kalem tutmanın maharetini henüz kavramaktan aciz minik, acemi ve titrek ellerimiz, ne büyük bir uğraşın manzarasını ortaya koyardı. Kalemin kağıda nasıl değmesi gerektiği hakkında uzun uğraşlar meyvelerini verdi elbet. Bu meyveler talebelik yıllarının her safhasında pek tabî işe de yaradı... İmtihan kağıtlarında, çalışılmamış bir dersin sorularına verilecek dolaylı cevaplardan, çizgili defterlere itinayla yazılan ödevlere sürüp gitti bu hak edilen kazancın yararı. Yazdık, çizdik. Notlar aldık, notlar verdik... Ama kalemin kağıda nasıl değmesi gerektiği öğretildikten sonra ne olması gerektiği, hudutları belli bir müfredat dışında pek söylenmedi. Ne olacağını, kalemin kağıda değdikten sonrasıyla ilgilenen, yani kalemini, bir ruh meselesi olarak kağıdın beyaz sathına değdirenler; kendi hisleri, kendi emekleri ve kendi cümleleri ile bizzat ve dolaysız tecrübe etti. Kalemi kağıda değdirdik ve bu büyülü buluşmada

Tekno-Kültürel Emperyalizme Karşı Kültür Savaşı

Resim
Çok değil daha geçen kış, çatılardan uzanan buz saçaklarının sarı bir aydınlıkla damla damla eridiği bir sabah evimden çıkıyorum... Kendi muhitimden ayrılmadan, aylardır boş olduğunu bildiğim o ufak dükkana takılıyor gözlerim. Kapısı açık… O da ne? Gölgeli bir aydınlık içinde kule kule yükselen kitaplar! Bu fırsatı kaçırmam, iki adımda kapısındayım dükkanın… Yavaşça içeri süzülüyorum… Dükkan sahibiyle göz göze geliyor ve kendimi etrafımda yükselen kitaptan kulelerin sarhoşluğuna bırakmadan evvel yarım bir tebessümle “ Hayırlı olsun ” diyorum, teşekkür ediyor. Muhitimde bir sahaf açıldığına içten içe seviniyorum. Dükkan sahibi ne aradığımı bilmeden, sabahın erken saatinde dükkanını dolaşmama hayret ediyor mu, bilmem… Ama ben sabahın o saatinde, kağıttan kulelerin arasında bulduğum bir kitaba hayret etmekten kendimi alamıyorum… Kitap kulelerinden birinin en üstünde bulunan bir kitabın, lacivert, mavi ve açık mavi renklerinden müteşekkil kapağının en üstünde, yani lacivert kısmında, bir

Şekilcilik, Kabuk ve Öz

Resim
Sanıyorum toplumsal yapımıza ait en esaslı tespitlerden birini " Ulusal Kültür Savaşı " adlı eserinde Attilâ İlhan yapmıştır:  " .... bizim 'ilericimiz' de, muhafazakârımız da şekilcidir; değerlendirmeyi metoda göre yapmaz, tavra göre yapar... " * Bu tespiti bir misale kavuşturmadan ve kimi zaman kendimizin de düştüğü yanlışı farkındalığımızın derinliklerinden çıkarmadan önce kavramları bizzat İlhan'ın eserinde kullandığı gibi hiç değiştirmeden kullanacağımı söylemek isterim. Şüphesiz İlhan da bu kavramları seçerken, bu kavramların ihtiva ettiği başka kavramların farkındaydı. Meselenin özü, " ilerici " ve " muhafazakâr " kavramlarının yalnızca kendi hüviyetlerinde değil, bize hatırlattıklarında gizliydi aslında. Toplum içinde gündelik yaşamda -hala bir ideoloji kavramından söz edebilirsek eğer- ideolojik kutbu ne olursa olsun tavrı, düşüncesi yahut kılık kıyafeti biraz alıştığımızın dışında birine rastgelsek onu incelemekten ve hatta

Selimcan Yelseli

NON FVI, FVI, NON SVM, NON CVRO.