Higgs Bozonu ve Yetişkinliğimizin Ahmaklığı

 “Soğuk, boğucu karanlık sonsuzluğa dek devam ediyordu ve biz yalnızdık. Hayatlarımızı yaşıyoruz, çünkü yapacak daha iyi bir şeyimiz yok. Mantığı sonradan buluyoruz. Varoluş rastgele. Bizim ona yeterince uzun bir süre baktıktan sonra gördüğümüzden ayrı bir deseni yok. Bizim yüklemeyi seçtiğimizden başka bir anlamı yok.” 
Alan Moore - Watchmen


Sihirli Kuantum Parçacığı


Geçenlerde hayretle okuduğum yeni bir bilimsel gelişmeden aklımda kalanları sizlere de aktarmak isterim. Harvard Üniversitesi’ndeki bir çalışmaya göre Higgs bozonundan yayılan negatif enerji balonunun infilakıyla evren aniden yok olabilirmiş. Oysa daha önce “Parçacık Fiziği Standart Modeli”nde sürekli genişleyen evrenin yavaş yavaş ölebilme ihtimali ortaya konulmuştu. Ancak, Higgs bozonu kaynaklı bu yeni gelişme evrenin sonunun yavaş yavaş değil, takriben yüz otuz dokuz yıl içerisinde ani bir infilakla gerçekleşebileceğini söylüyor. 1970’lerden beri üzerinde çalışılan ve 2012 senesinde Büyük Hadron Çarpıştırıcısı deneyinde keşfedilen Higgs bozonunun kütlesinin, parçacık hızlandırıcı fiziğinde kullanılan bir enerji ölçüsü olan 125 gigaelektronvolt [GeV] olduğuna inanılıyor.

Evreninin atom altı parçacıklarının etkileşimini açıklayan yasalar, maddenin kütlesinin her zaman sabit kalmayabileceğini söylüyor. Harvard Üniversitesi’nin yaptığı çalışmada, Higgs bozonunun kütlesinin de bir gün değişebileceği ihtimali üzerine tartışılıyor. O zaman evrendeki tüm maddelerin kütlesini oluşturan bu “sihirli” kuantum parçacığının değerleri değiştiğinde ise yaşamdan bir daha söz etmek pek de mümkün gözükmüyor. Higgs bozonundan kaynaklı bizi bekleyen ani felaket, infilak edeceği noktaya işte böyle süratle yaklaşıyor.


Acı Netice


Diyeceğim o ki, aslında tüm hikayemiz, boynumuzda bilinmezliğin kemendiyle bir meçhulün peşinden sürüklene sürüklene yaşamaktan yahut kendimizi bu sefaletin içinde yaşıyor sanmaktan ibarettir. Varlığa katlanmak, ona mukavemet etmek için bir, bilemediniz iki avuntunun yakasına yapışırız her gün.

Bu avuntulardan ilki nedenselliktir. Vakaların arasında, gergin bir misina misali ilk safhada mevcut manzaraya baktıkça seçilemeyen lâkin orada olduğunu farz ettiğimiz esrarlı bir bağdır nedensellik. Bizim için her şeyin bir sebebi vardır, her şeyin bir sebebi olmak zorundadır. Misinayı orada farz etmemek ya da o misinanın koptuğuna şahit olmak varlığın karşısında manasız kalmamız demektir ki, bu da bizim için her şeyin ıskartaya çıkmasına yeter de artar bile. 

Yakasına yapıştığımız avuntuların ikincisi ise vakaların arasına gerili farz ettiğimiz misinanın ucuna takılmış bir deniz nimeti misali hiç bir zaman tam olarak ne olduğunu bilemediğimiz kaderdir. Musibet ya da iyiliğin sırrı, kaderin meçhul oluşunda gizlidir. Evet, misinayı tuttuğumuz elimizde tartabildiğimiz bir ağırlık vardır ve biz yalnızca bir temenni olarak bu ağırlığa “hâyr” demeye meyilliyizdir. Bu yazının ilki olan Higgs Bozonu ve Çocuk Sezgimizdeki Masumiyet*, çocuk sezgimizdeki masumiyetle varlığın özüne bakışımıza dairdi. O masumiyet her ne kadar saf ve katıksız olsa da, hakikatin mahremine, yetişkinliğimizin ahmaklığı sayesinde erişmek mümkündür gibi geliyor bana. Bahsettiğim bu yeni bilimsel gelişme de, dünya üzerindeki yetişkinliğimizin ve tecrübemizin getirdiği acı bir netice değil mi sizce de?

Bir zamanlar ergenlik akneleriyle katmerlenen çehremiz, eğitim hayatımızdan zoraki mezuniyetlerle edindiğimiz kağıt parçaları, okuduğumuz kitaplardan içimize takıp takıştırdığımız imitasyon duygular, her akşam bir çatı altında muadillerinden bilmem kaçıncısı olan sosyal platformlardan birinin karşısına kurulup başka hayatlara attığımız kaçamak bakışlar bir kenara; gökdelenler, koca koca ekranlar, büyük camlı evler, heybetli heykeller inşa ettik. Yazdığımız kitapların sayfalarına ağaçlar yetişmiyor. Bestelenen şarkılar bir söylendi mi, yer yerinden oynuyor. Fikirlerimiz yalnızlığa mahkûm değil artık. Global ve daima başka bir yerde, başka bireylerde, kendi emsallerinden besleniyor.


Meşru Hilemiz


Sürat, daha fazla sürat... İstikâmet değil, yalnızca sürat mühim. Nereye varacağız? Bu sualin pratik hayatta bir karşılığı yok. Teoride derseniz, birkaç beylik laftan başka bir şey de pek söylenmiyor artık. Şöyle birkaç sene evvel, başımda bir ağırlık, akşam vakti karanlık ve ıssız sokaklardan kıvrıla kıvrıla evime dönüyorum. Her adımımda bende çınlayan cebimdeki anahtarlar değil, zihnimdeki soru işaretleridir. Bir tanesini gövdesinden yakalayıp o günlerden bugünlere getirmişim işte: “İnsanoğlu her devirde içinde bulunduğu, hatta onun bir parçası olduğu varlık duygusuna uyum sağlamak için meşru hilelere başvurmuş mudur”

O akşam kendi kendime esas hatlarını bir türlü çizemediğim ama onu her teferruatıyla ruhumda hissettiğim cevabı bugün veriyorum. Evet, çağımızda, varlık duygusuyla başa çıkmak için başvurduğumuz meşru hileler var ve bu hilelerden biri, belki de en önemlisi sürat! Ve bu sürat, tıpkı güncel hayatta meşru bir hile olarak ulaştığı zirve noktası gibi aynı zamanda evrenin sonu olma ihtimalini de kendisinde barındırıyor.

Bir tuşla kendimizi o uzun, o parıltılı boşluğa bırakıverdik. Ama olmadı. Kendimizi dünya üzerinde bir türlü tatmin edemedik. Çünkü burası yurdumuz değildi, burası hiçbir zaman yurdumuz olmayacaktı. Elimiz çenemizde, sırtımızda ağrılar, gözlerimizde bir sis, tıpkı bizden öncekiler gibi ölüp gidecektik. Bir hiç olarak kalacaktı her şey. Ne yazarsak yazalım, ne söylersek söyleyelim ürkütemeyecektik dünyanın içinde soluk alıp veren ve acele adımlarla felakete doğru yürüyen o ilkel hayvanı.

Sürat, üzerine düşünüldüğünde mevcut gözükmez aslında. Her şey olağan bir şekilde, biraz da aheste seyrediyor gibidir. Oysa çoktandır kendi ellerimizle bizler sürati besler, hatta ona katılarak toplumsal normların berisinde kalmak istemeyiz. Çünkü sürat kavramına dahil olduğumuzda, toplum içinde, kendi kaderimizi de olumlu anlamda değiştirmek için yakalayacağımız fırsatlar olduğunu ön görür ve bir yarış halini alan yaşam serüveninde gerekeni, yani meşru görülen hilemizi yaparız. Kimse bizi bu hileden dolayı ayıplamaz. Çünkü sistemin kendisi bizzat bu meşru hilenin işletiminden ibarettir artık.

Ebeveynlerimiz, benliklerimizde bizim için meşru bir şekilde hile yapmaya yarayacak olan ön hazırlığı tamamlar, çevremiz meşru hilenin inceliklerini öğretir ve süratli olmaktan başka bir ihtimal mümkün olmaz yaşamak için. Üstelik sokakta, önümüzde aheste adımlarla yürüyenlere karşı duyduğumuz gizli öfkeden tutun, geciken bir vasıtaya yahut vaktinde orada olmayan bir kişiye bile zamanımızı boş yere harcamamıza sebep olduğundan dolayı bir çırpıda ceza kesmekten çekinmeyiz. Zamanın ehemmiyeti süratin kendisiyle ölçülmektedir artık.


Nedensellik, Kader, Felaket


Diyaloglar çabucak tükenmek üzere kurulur. Kelimeler havada yalnızca elzem olan sürate ulaşmak için uçuşur adeta. Vakaların gerçekleşmesi birbiri ardınca çabucak aşılan merhaleler haline gelir. Çünkü aksayan ve duran kusurlu görünmektedir. Nedensellik kavramı böylece işlevselliği açısından yıpranmış ve yeni kaçış yolları, yeni teknolojik imkanlar -dolayısıyla konforlar- oluşmaya başlamıştır. Birbirinden habersiz farklı yerlerden hareket eden iki yolcunun yollarının ve serüvenlerinin kesişmesi artık bir romana, bir öyküye, bir filme konu olabilecek türden romantik bir fantazya haline gelmiştir. Süratin sistem haline geldiği bir çağda, bu kesişmenin pek bir ehemmiyeti yoktur. Böylece sanat da artık kendi hudutları ve kaideleri içinde, güncel hayattan izole bir haldedir.

Tarih mevzubahis olduğunda ise arkeoloji yalnızca “eskiliği önceden belirlenmiş” medeniyetlerin kalıntılarını keşfeden bir bilim dalıdır artık. Artan süratle birlikte kazanılan teknolojik imkanlar; misal olarak sözlü ve yazılı iletişimin sürekliliği ve internet ağı gibi her şeyi saklamaya muktedir sanal bir arşiv, arkeoloji bilimini temelden sarsmıştır. Çünkü süratle birlikte başka bir çehreye bürünen nedensellik, insanlık tarihindeki büyük vakalardan ziyade bireylerin kendi dünyalarına bir parça mana addetmek için başvurdukları bir araç haline gelmiştir. Meşru hilenin, yani süratin içinde nedensellik daima hazır bulunmak ve tecelli etmek zorundadır. Tıpkı kader gibi. Çünkü kader, süratin getirdiği belirsizliğe karşı teslimiyet duygusunun kefilidir. Hâyra inanma eğilimimiz yalnızca süratin ne getireceği belli olmayan akışına karşı iyiyi temenni etmekten başka bir şey değildir. Gündelik hayatı bu temenni yaşanılır kılar. Bu temenni, içinde bulunduğumuz evrenin gittikçe genişlemesinin, değişmesinin de bahanesini kendisinde saklar. Başlayan her şeyin bitmeye başladığını da idrak etmenin bilinç altımızdaki bir yansımasıdır bu. 

Süratin getirisi hafifleme ve küçülme, eylemlerimizin, zamanın pek de güvenilir olmayan zemininde tıpkı evren gibi genişlemesine ve değişimine yol açmıştır. Artık belli bir zaman diliminde yalnızca bir kez ortaya koyabileceğimiz bir eylem, o zaman diliminde defalarca tekrarlanabilir ve değişebilir. Böylece tükenebilir, tüketebilir, nedensellik ve kaderi hissederek varlık duygusuna katlanabilir, topluma uyum sağlayabiliriz.

Asırlardır kendisini sürdürmek için daima genişleme ve değişim içinde olan evrenin sakinleri olarak en nihayetinde ulaştığımız bu baş döndürücü ve avutucu sürat duygusuna, gayet ironik bir felaket nispetinde Higgs bozonu tarafından yayılan negatif enerjinin aniden infilak etmesinden başka bir son düşünülebilir miydi zaten? 

Her şeyi bir kenara bırakıp, yaşamın iç yüzüne nüfuz edebilen şu yetişkin gözlerimizle; aynalarda kendimize, sokaklarda insanlara, yanıp sönen ekranlara ve nasıl geçtiğini anlamadığımız saatlere bakıp bakıp şu kesin teşhiste bulunmamak için bir sebep yoktur şimdi: Bizi bekleyen felaket, süratin kendisidir.




* Bu yazı “Higgs Bozonu ve Çocuk Sezgimizdeki Masumiyet” adlı yazının devamı niteliğindedir. “Higgs Bozonu ve Çocuk Sezgimizdeki Masumiyet” adlı yazıyı okumak için tıklayınız


Aralık / 2024

Bursa

Sık Ziyaret Edilenler

Higgs Bozonu ve Çocuk Sezgimizdeki Masumiyet

Şekilcilik, Kabuk ve Öz

NON FVI, FVI, NON SVM, NON CVRO.