Yarım Kalacak Şeyler

Uzun sürmedi, otomobil iddialı bir manevra ile döndü sokağa doğru. Sen devasa gözlerinle bana baktın. Tebessümün yarım kalmak üzereydi. Yarım kalacak şeylere öykünüyordu senin yüzün. 

Dudaklarımda acıyan tütün, buruk bir tadı çağırıyordu dilim. Üzerimde kürklü, haki yeşil ceketim vardı. Küfür gibi esebilirdim şehrin üzerinde. Mesela bu şehrin mimari bir döngüsü vardı. O çarşıdan, demircilerden sıçrayan kıvılcım, bu şehri koyu bir dumana boğuyordu her seferinde... Eski fotoğraflarından görüyorduk bu döngüyü. Bir var olan, bir yok oluyordu. Yıkılan, yanan bir evin yerinde başka bir ev, başka bir şey yapılıyordu hemen. Ben de tıpkı uğursuz bir söz gibi bir var, bir yok olacaktım işte... Telafi imkanını kullanacaktı benden sonra kalanlar. Uğursuz bir söz gibi olmamı, “hoş görme” ve “affetme” erdemleriyle unutturmaya çalışacaklardı bu şehre.

Yarım kalacak şeylere öykünüyordu yüzün. Etrafımızdaki masalarda kahkaha ve aşk büyütüyordu gençler... Artık pek de temiz olmayan kahverengi tabakamdan bir sigara çıkardım. Yüzüne bakmadan yaktım onu. Yarım kalacak şeylere öykünen bir tamamlanmışlık fena halde bunaltıyordu beni. Tamamlanmış bir yüz, tanrısal bir ifadenin ürpertisini doğuruyordu bende. Birden masamızın baş ucundaki eski hoparlörden The Rolling Stones'dan "Wild Horses" yağdı üzerimize. Tebessüm ettim ve bu şarkıyı çok severim dedim sana. Bir daha dinlemek üzere kazıdın aklına o an.


“Vahşi atlar beni zorla götüremezdi

Vahşi, vahşi atlar, onları bir gün biz süreceğiz”


Vahşi bir talihsizdim ben. Tanıdığın en talihsiz adam olduğuma inanmak üzereydin mesela. Bozkırda göğüs kafesimi çatlatmaya muktedir bir koşuya hazırlanıyordum her saniye. Delacroix’in atlarının yumuşak tabiatlı çizgileri yoktu bende. Bende her an gerilmeye ve çatlamaya namzet kuru ve keskin bir fıtrat vardı. Biliyordun bunu...

Öyle gün doğumları yaşadım ki ben, güneş gövdeme vurunca huysuzlanırdı baldırlarım. Avuçlarımda utanç içinde sakladığım, balkonlarda huysuzlandığım, çiçeklere bir kez dahi bakmaktan beni alıkoyan, mesela bir akşam vakti deniz kenarında içimde şiddetli ağrılar  uyandıran huysuzluklarım vardı. Cumartesi akşamlarını ve insanların ertesi günün umumi bir tatil oluşu ile lakaytlaşan tavırlarını da bu yüzden sevemedim ben.

Yarım kalacak şeylere öykünen yüzüne bir uçurum gibi bakıyordum. Tahammülümü arttırıyordu bu. Kendini bırakmak, ansızın salınmak oradan... Gözlerimi kapatıp uzun uzun düşmek. Vahşi atların yeleleri misali sakallarımı ve saçlarımı sürate teslim ederek koşmak gibi bir düşmek hem de... Bu müthiş bir avuntu, ele geçmesi pek nadir bir hürriyetti bana.

Şarkıda da dediği buydu işte; bana acıyı hissettirecekti tüm bu olanlar ya da sana karşı kırıcı olmayı. Muvaffak olmalıydım bu yansımada. Avunduğumu anlayıp öfke ile yutkunmalıydım. "Hayır" demeliydim, kabul etmemeliydim bunu. Hakaret addetmeliydim kendime. Yarım kalmış yüzünün ve tüm yüzlerin yansımasını yüzümden silmeliydim.

Elverir ki, henüz yaşamadık. Henüz kimse yaşamadı. Yaşıyor göründüler ya da yaşıyor göründük bu dünyada. Zaman aldattı bizi. Gelip geçtiği için güvenmemeliydik ona. Gelip geçen bir şeye güvenilmezdi. Hayalin uysal ayartısına kapıldık. Yarım kalacak şeylere öykünen yüzünün yansıyan ışıkta gördüğüm tüm çizgileri bir uçurum vehmini, yaşamadığımızı anladıktan sonra hatırlattı bana. Bir hatırlamanın acemi ve biraz da esrik şaşkınlığı vardı üzerimde... 


"Biraz yaşamalıydık ölümümüzden sonra."


Uçurum da, zaman da, yansıma da ve vahşi atlar da bunu söylüyordu bana. Hürriyet gibi, tebessüm gibi, uyku gibi, yaşamak gibi yarım kalacak şeylere öykünüyordu yüzün. Yarım kalacak şeylere doğuyordu güneş. Gövdemde çoğalan ve uykumu yarıda kesen sancılara aşinaydım. Söylenecek başka bir şey yoktu.

Saat buçuk oldu. "Wild Horses" bitti. Sigaramı söndürdüm.

Nisan / 2022

Bursa

Sık Ziyaret Edilenler

Higgs Bozonu ve Çocuk Sezgimizdeki Masumiyet

Şekilcilik, Kabuk ve Öz

NON FVI, FVI, NON SVM, NON CVRO.