Yaratıcı Yazarlık Atölyeleri Furyası

Hatırlıyorum da, ilkokulda kalem tutmayı öğreten öğretmenlerimiz ve o zamanlar kalem tutmanın maharetini henüz kavramaktan aciz minik, acemi ve titrek ellerimiz, ne büyük bir uğraşın manzarasını ortaya koyardı.

Kalemin kağıda nasıl değmesi gerektiği hakkında uzun uğraşlar meyvelerini verdi elbet. Bu meyveler talebelik yıllarının her safhasında pek tabî işe de yaradı... İmtihan kağıtlarında, çalışılmamış bir dersin sorularına verilecek dolaylı cevaplardan, çizgili defterlere itinayla yazılan ödevlere sürüp gitti bu hak edilen kazancın yararı. Yazdık, çizdik. Notlar aldık, notlar verdik...

Ama kalemin kağıda nasıl değmesi gerektiği öğretildikten sonra ne olması gerektiği, hudutları belli bir müfredat dışında pek söylenmedi. Ne olacağını, kalemin kağıda değdikten sonrasıyla ilgilenen, yani kalemini, bir ruh meselesi olarak kağıdın beyaz sathına değdirenler; kendi hisleri, kendi emekleri ve kendi cümleleri ile bizzat ve dolaysız tecrübe etti.

Kalemi kağıda değdirdik ve bu büyülü buluşmadan doğan tesir ile kelimelerin açtığı kapıdan usulca girmeye cesaret ettik. Kalem kağıda değdi, kimileri için değdiğiyle kaldı, kimileri içinse bir tutku haline geldi.

Hanidir görüyorum, bir yazarlık atölyesi furyası başını almış gidiyor. Biraz okuyucusu olan her yazar, ceffel kalem yazılmış tüm cümlelerin belli bir nizama nasıl sokulması gerektiğini ögretmeyi kendisine hak bilerek alelacele bir atölye tertip ediyor. Şiir atölyesi yahut genel bir yazarlık atölyesi etrafında öğrencilerini topluyor ve düşüncelerden bîtab düşmüş başını lütfedip de topluma sunarak, kısılmış gözleri ufuklarda, çatallı sesiyle öğrencilerine şöyle diyor:

"Size yazarlığı öğreteceğim."

Tüm komedi burada başlıyor. Çünkü atölye sahibi nadide yazarlarımız atölyelerinde naçiz bir girizgah olarak şu ön koşulla eğitimlerine başlıyorlar:

"Yazarlık öğrenilmez içten gelir. Hamurunuzda bu kabiliyet varsa eğer sizler birer yazar olma şansına erişebilirsiniz!"

Bakmayın bu denli ahkam kestiğime, aslında bu atölyelerin işleyişinden bîhaberim ben. Ama aşağı yukarı böyle bir manzara gözümde canlanıyor... Soruyorum, "Acaba bu atölyelerde, ta işin en başından kalem tutmak öğretiliyor mudur?" Sonra bu sorumu gülünç buluyor ve mübalağa ettiğimi düşünüyorum. Hem sonra bu denli derin ve kendi irfanının incilerini lütfedip de topluma sunmaya çalışan yazarlarımızdan, cümle kurmanın inceliklerini öğrenmek yerine, kalem nasıl tutulur öğrenilecek değildir ya! Ama meseleye en baştan hem kalem tutarak, hem cümle kurarak; kendileri de talim ederek bir başlasalar, hiç de fena olmaz aslında.

Bu tespitimi haddi hududu aşan mesnetsiz iki kelam olarak görmeyin. Neden mi? Peyderpey tanınmış bir yazarın, yaratıcı yazarlık atölyesine katılan bahtsız bir arkadaşımla sohbet etme fırsatı yakaladığımda, doğrusu anlattıklarıyla bir hayli şaşırmış ve itiraf etmeliyim ki epey de gülmüştüm. Neler gelmemişti ki başına bu atölyede? En sonunda bu atölyeden aldığı icazetin tüm kühnü, her gün iki sayfa yazı yazma alışkanlığından başka bir şey değildi.

Yazarlık alınmaz, yazarlık satılmaz ve yazarlık öğrenilmez. Cümleleri belli bir nizam çerçevesinde kurabilmek ve onu yazıya aktarabilmek iyi yazarlık değildir. Arzuhalciler iyi birer yazı ustasıdırlar ama iyi birer yazar değillerdir. Çünkü kendilerini, kendi benliklerini aktarmayı bilmezler. Bu benlik aktarımı bir aynadan yansıyan akis misali bizzat tecrübe edilebilecek doğuştan bir meziyet olduğundan, sonradan öğrenilmesi mümkün değildir. Kim kime ruhunu ayna kılmayı öğretebilir?

Zaten yazarlarımızın demin de bahsettiğim naçiz girizgahları da, bu dediğimin dolaylı bir itirafı değil midir?

Bir de atölyelerinin isimlerinin en başlarına yaratıcı ibaresine ne demeli? Yaratmak mevzubahis olduğunda nüve bizden, gerisi sizden gibi kumpanya telaşlarına taş çıkartacak bir pazarlama metodu mudur bu?

Haydi bir kalemde her sözü geride bırakmasak da içinizde şöyle itiraz edenlere de kulak verelim:

"Bunlar birer kültür aktivitesidir..."

Kültür aktivitesidir şüphesiz, ama kültürü, yazarlık sıfatının getirdiği bazı imtiyazlar minvalinden bir nesilden nesile aktarma hadisesi değildir.

Üstelik atölye kavramı hepimizin de bildiği gibi aslında zanaat ile ilişkilidir. Öyleyse yazarlık atölyesi açan yazarlarımız benim de her daim savunduğum gibi sanat ile zanaatı bir araya getirme uğraşı içinde midirler? Hayır... Onlar zanaatiı, kalem erbabının ancak üzerine kalem oynatacağı küçük bir nüans, bir teferruat, bir romantik iş olarak addetmektedirler. O yazarlar ki, katıksız bir yüksek sanat anlayışının içine hayattan hakikatlerin sızmasını istemezler. Romantik emek, romantik zanaat, onların kalemlerinin süsüdür ancak. Atölyeleri yüksek sanat kokmaktadır, kalemleri pırıl pırıl ak sayfalar üzerinde akmaktadır ve o atölyelere rağbet eden öğrencilerinin de tüm estetik duygusu bu nüansı yakalamak üzerine olmalıdır.

Düşünelim, dünya tarihi külliyatının edebiyat sayfaları arasında kaç esaslı kavram romantik modaların genel geçer tavrına kurban gitti? Kaç şiir yazıldı, kaç tenkit bir uçurumdan yuvarlanırcasına geldi de tenkit edilen metni buldu, kaç münekkit tenkit edeceği bir yazı uğruna oradan oraya savruldu? Ama en önemlisi bu vahşi mücadelenin ortasında kaç yazar, bir yazarlık atölyesinden icazetini alıp da, dünya edebiyat tarihine damga vurdu? 

Ben düşündüm, bulamadım.

Kasım / 2023

Bursa




Sık Ziyaret Edilenler

Higgs Bozonu ve Çocuk Sezgimizdeki Masumiyet

Şekilcilik, Kabuk ve Öz

NON FVI, FVI, NON SVM, NON CVRO.