Bir Romanın Başlangıcı

Aklıma her geldiğinde beni kendi içimde büyüttüğüm ıssız okyanusumdan, nostaljinin kurak kıyılarına çeken o günler...

Takriben beş yıl evvel, kirlenmemiş dimağım ve henüz gerçeklerin demirden çarklarına kurban etmemiş olduğum incecik hislerimle o eski ilkokulun hemen yanından  kıvrılan yokuşu ağır adımlarla tırmanıyorum. Dilimde şimdilerde hangisi olduğunu çıkaramasam da bir şarkı var, eminim. Söyleyip duruyorum. O günlerde hayatın -daha şeffaf mı desem- bir başka hali tutuyor beni. Hüzünlü, loş, eskiye dönük ama asla eski değil. Bu hal ıtırlı bir efsun gibi göğsümün ortasında tütedursun, beni şimdilerde zehirli bir sarmaşık misali çepeçevre sarmış olan ve içinde teslimiyetle birlikte umursamazlığı da taşıyan bir fikrin ilk tohumu o zaman düşüyor içime: "Bir romanda gibiyim!" Ağır adımlarım da, şarkım da kayboluyor sonra...

Bir zaman sonra bir dostumla hasbihal ederken mi konusu geçiyor, yoksa her gece gelip de mutantan bir vaziyette yerini alan kendi uyku öncesi muhasebelerimden birinde mi bilinmez, bu halimin roman kahramanlarından birinin (belki de hepsinin) hali olduğu düşüncesi yeniden asılıp kalıyor içime. Büsbütün riyakârlık duyumsuyorum bu fikirde: "Her roman seni ve senin gibileri mi anlatacak sanki? Kendi kendine vehmediyorsun!"

Aslında roman okuyanların başına sık sık gelir, bir yerden sonra hayatları bir romana döner adeta. Kendilerini bir romanın içinde farz etmekten haz duymaya, cümlelerini bir roman kahramanı gibi kurmaya dikkat ederler. Artık onların hayata dair tüm rabıtalarında bir roman kahramanının asla tesadüfî olmayan kesişmeleri bulunmakta ve onlar her şeyi bir roman kahramanı gibi yaşamaktadırlar.

Ne yalan söyleyeyim, bugün bu satırları yazmama sebep olan da, kendime dair bu problemin içimde yeniden çalkalanmaya başlaması. Bir roman kahramanı ile aramdaki farkları tespit edebilme mücadelem bir nevi. Aslında bu mücadeleyi daha en baştan boşa çıkaran da birinin kurmaca, birinin ise gerçek olması... Ama en nihayetinde bir kurmaca içinde yaşamadığımızı kim ispat edebilir? Bu kurmaca Baudrillard'ın "Simülasyon" düşüncesi ile ilgili değil asla ama şöyle bir düşününce Descartes'in "Kötü Cin"i ile bir ilgisi olabilir...

Haydi bir itirafta bulunayım, aslında insanın kendi kendine bir roman kahramanı olmadığını ispatlamak zorunda hissetmesi de meselenin ne kadar vahim olduğunu ortaya koymaya kafi, kabul ediyorum. Hem "Zaten bir romana konu olabilecek vakaların çizgisinde ilerleyen hayatlarımız olduğu için roman var, öyleyse mesele ne?" dediğinizi de duyar gibiyim. Oysa mesele bir romanın gerçekliği değil, başımıza (ya da başıma) ancak bir romanda olan şeylerin gelmesi. Bakın cümle cümle ortaya serdiğim şu kısır döngü bile bir romanın konusu olamaz mı? .

Mesele gittikçe daha da girift bir hal alıyor. En başa dönmeliyim...

Takriben beş yıl evvel o yokuşu tırmanırken hissettiğim hisleri yeniden yaşamak için aynı saatlerde, aynı yokuşun başındayım... Bir romanın tam da şimdi bulunduğum yerden başlamasının mümkün olduğunu bir anlık düşünsem de hemen kovalıyorum aklımdan bu fikri. Bastığım bu yer, nereden, hangi aralıktan süzüldüğü bilinmez şu solgun güneşin sarı parıltılarıyla gövdesinden akşam gölgeleri sızan ağaçlar, az önce yanından geçtiğim ilkokulun arkasındaki mescidin o eski duvarlarının çevrelediği hazire, uzaklardan duyduğum çocuk sesleri, yanımdan daha süratli bir biçimde geçerek yokuşu tırmanan mutlu insanlar ve saçlarımı dağıtıp beni öfkelendiren şu hafif rüzgar... Her biri sayfalara değil, kendi hayatımın, kendi geçmişinden mülhem, yeniden canlanmaya çalışan şu anına ait şimdi. Bir de bu satırları okuyanlara... Bir de...  Şarkı eksik... Şimdilerde yokuşları çıkarken bir şarkı mırıldanacak kadar umursamıyorum hayatı. Eskisi gibi değil hiç bir şey. (Bu da bir romanda geçecek bir düşünce, bir cümle gibi! Aklım benimle oyun oynuyor!)

Anlıyorum ki iç içe geçmiş çizgiler halinde uzanarak hayatın üzerine salınmış ve her şeyi birbirine bağlayacak kadar geniş olan o örümcek ağı bizi tam da merkezine alarak, aslında çaresizliğimizden, mecburen değişen benliğimizden ve artık varlığın zulmüne karşı bir teselli olarak takındığımız umursamazlığımızdan faydalanıyor.

Bir roman tam da bu vaziyetin farkına varıp, o örümcek ağına dokunarak yazılabilir ancak.

Haksız mıyım?

Not: Bu satırları kaleme alıp, masamın başından kalktıktan saatler sonra yeniden masamın başına geçtiğimde hayretler içinde kalıyor ve aslında bir romanın başlangıcını kaleme aldığımı görüyorum.


Temmuz / 2024

Bursa

Sık Ziyaret Edilenler

Higgs Bozonu ve Çocuk Sezgimizdeki Masumiyet

Şekilcilik, Kabuk ve Öz

NON FVI, FVI, NON SVM, NON CVRO.